Sonbahar mevsiminde doğanın güzelliği dillere
destan. Dökülen yapraklar her ne kadar
hüznü simgelese de, bana bu hüznü yaşamakta çok ayrı bir keyif veriyor. Hatta,
dökülen o yaprakların toprak için çok önemli birer besin kaynağı olduğunu
bilmek, doğanın nasıl bir döngüde olduğunu ve
kendi içerisinde dengeyi nasıl sağladığını anımsatıyor bana. Ben bunları
düşünürken keyfime bir de mutluluk eşlik etmeye başlıyor.
Durum böyle olunca ben de bu ay dedim ki,
mevsimlerden en çok etkilenen doğanın bir parçası olayım ve ziyaretimi Kew
Gardens’da yapmaya karar verdim. İçerisindeki seralar sayesinde ancak dünyayı
gezseniz görebileceğiniz bitki türleriyle tanışma şansı yakalıyorsunuz. . Aynı
zamanda bu bahçeler UNESCO dünya mirasları listesinde yer alıyor.
Genel Bakış
Tam adı Royal Botanic Gardens Kew. Botanik
bahçe, Londra’nın güneybatısındaki Richmond bölgesi ve Kew semti arasındaki 120
dönümlük bir arazinin içindeki olağanüstü bahçelerden ve botanik seralardan
oluşuyor.
İçerisinde 38 bine yakın farklı bitki türüne
sahip, şehrin ortasına konumlanmış olan bu botanik bahçe, insana adeta bir
ormanı anımsatıyor. Bitkilerden bazıları ise, dünyadan yokolma tehlikesiyle
karşı karşıya olan türler ve bu bahçe sayesinde hepsi bir bakıma koruma altına
alınmış durumda. Bahçenin en güzel yapıları Kew Palace (Kew Sarayı), the Great
Pagoda (Büyük Pagoda) ve Viktorya döneminden kalma bazı seralar gözüme
çarpanlar arasında.
120 dönümlük alanı nasıl gezeceğim derseniz,
herhangi bir sağlık probleminiz yoksa doğanın güzellikleri arasında yürürken
zaman nasıl geçiyor anlamıyorsunuz bile ama yürümek istemeyenler için de
birbirine bağlanarak tren havası yaratılmış araçlar mevcut bunlarla da gezmeniz
mümkün.
Bahçenin içerisinde resim galerisi bulunuyor.
Galeride, dönemin tanınmış ressamlarından Marianne North’un yapmış olduğu,
gezilerde gözlemlediği bitkilerden esinlenerek çizdiği 832 adet eser
sergileniyor.
Botanik bahçede tabi ki çocuklar da
unutulmamış, içerisinde Creepers and Crawlers adında bir oyun merkezi
bulunuyor. Çocuklara botanik bahçeyi sevdirmek için, gayet güzel düşünülmüş.
ETKİNLİKLER
Bahçeye ilk girişte günlük hazırlanmış panolar
bulunuyor. Bu panolarda o gün hangi etkinliklerin nerede ve saat kaçta olduğuna
dair bilgiler paylaşılıyor.
İlk gördüğümde
anlamlandıramadığım çadırlardan bahsetmek istiyorum, kocaman çadırlar var ve
bunların hepsi birer atölye. Aile, yoga, yaratıcı yazarlık gibi çeşitli sanat
atölyeleri mevcut ve bunlar için ayrıca bir ücretlendirme de yok. Hepsinin
tarih ve saatleri farklılık gösterdiğinden, gitmeden önce internet sitelerinden
tarih ve saatleri hakkında bilgi sahibi olmakta fayda var.
İçeride kafe-restorantlar mevcut, fiyatları
için ortalamanın bir tık üstünde diyebilirim. Ama yiyeyecek ve içeceğinizi
yanınızda götürmeniz mümkün, hatta piknik sepeti bile hazırlayabilirsiniz, ben
etrafta piknik yapan bir çok kişiye rastgeldim.
DOĞAL YAŞAMI KORUMA
Gezerken dikkatimi çeken şeylerden biri de ölü
ağaçları hiçbirşekilde uzaklaştırmadıklarını belirten tabelalar oldu. Neden
uzaklaştırmadıklarını ise şu şekilde açıklıyorlar; ölü ağaçların
uzaklaştırılması ormanlardaki biyolojik çeşitlilik kaybına sebep oluyor.
Yapılan araştırmalara göre, orman ekosisteminde bulunan türlerin üçte birinin,
varlığını sürdürmek için ölü ya da ömrünü tamamlamak üzere olan ağaçlara,
kurumuş dallara ve ağaç kovuklarına ihtiyaç duyuyor. Ölü ağaçlar, diğer ağaçlar
için organik madde ve besin sağlayarak ormanı daha verimli hale getiriyor,
toprak erozyonunu önlüyor, karbon depolayarak iklim değişikliğinin bazı
etkilerini azaltıyor. Aynı zamanda ormanlarda yaşayan diğer canlılar için de
besin kaynağı oluyor.
Bir de küçük ama önemli bir bilgiyi paylaşacak
olursam her ne kadar hava soğuk olsa da seraların içi bir hayli sıcak ve nemli
bunu göz önünde bulundurarak giyinmenizi tavsiye ederim. Sonra benim gibi perişan
olmayın oralarda..
TARİHİ BİLGİLER
Bahçenin ilk oluşumu, Kral III. George’un
annesi olan Prenses Augusta’nın bahçe işlerine duyduğu ilgiden kaynaklanmaktadır.
Kral III. George annesinden kalan bu anıyı sonsuza kadar yaşatmak ister ve
bahçeyi döneminin nam salmış mimarlarından William Chambers’a teslim eder.
Chambers bu bahçeye turistik bir hava kazandırmak için işe koyulur ve ortaya
Viktorya döneminin mimarisiyle, 1762
yılında Çin’e yaptığı ziyarette gözüne çarpanlardan esinlenerek Uzakdoğu
mimarisini harmanlar.
19. yüzyılın başında bahçenin bakımını İngiliz
naturisti ve ‘bitki avcısı’ Joseph Banks
üstlenir ve bahçeye ‘botanik’ kimliğini kazandırır. Banks dünyadaki bütün
kıtaları gezer ve daha öncesinde ülke sınırlarında hiç görülmemiş olan
bitkileri bahçede sergilemeye başlar. Yine aynı dönemde, Aroid House adlı sera
açılmıştır, bu sera tropikal bitkileri yerleştirmek amaçlıdır ve yaz-kış 30 derecenin
üzerinde bir ısıda tutulur.
1841 yılında bahçenin alanı 80 hektarlık bir
genişlemeyle kraliyet tarafından halka bağışlanarak ziyarete açılır. Bahçenin
ilk idarecisi olan William Hooker, bahçede ziyaretçilerin işini kolaylaştıracak
bir düzenlemeye girişir, bitkileri türlerine göre ayırır ve bunları sergilemek
amacıyla Palm House ve Temperate House adı verilen iki seranın inşasına başlar.
Palm House demir ve camdan oluşan, Viktorya dönemi mimarisinin en güzel
örneklerinden biri. Doğada nadir görülen
bitkilerin sergilendiği Temperate House’ın mimarisi ise geleneksel bir mimariye
sahip. Bu seranın en yaşlı sakini 1846 yılında Şile’den tohum olarak gelen palmiye ağacıdır.
1865 yılında Kew Bahçelerinin
bilimsel araştırmalarını desteklemesi amacıyla Joseph
Hooker tarafından Jordell
labarotuvarı kurulmuştur.
Nasıl Gidilir?
Tren
Richmond’a giden trene binerek, Kew Bridge
durağından Kew Gardens’a ulaşabilirsiniz.
Otobüs
Aşağıdaki otobüs hattını kullanarak Kew
Gardens’a gidebilirsiniz:
65 ( Kew Gardens Lion Gate durağı )
Giriş Ücreti: Yetişkin £15.00
Çocuk (4–16) £2.50
4 Yaş altı ücretsiz
Pazartesi-Pazar: 10:00 – 18:00 ( Son giriş:
17:30 )
Detaylı bilgi için www.kew.org adresini
ziyaret edebilirsiniz.
Adres: Kew Richmond Sürrey TW9 3AE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder