1 Kasım 2017 Çarşamba

Royal Botanic Gardens, Kew

Sonbahar mevsiminde doğanın güzelliği dillere destan.  Dökülen yapraklar her ne kadar hüznü simgelese de, bana bu hüznü yaşamakta çok ayrı bir keyif veriyor. Hatta, dökülen o yaprakların toprak için çok önemli birer besin kaynağı olduğunu bilmek, doğanın nasıl bir döngüde olduğunu ve  kendi içerisinde dengeyi nasıl sağladığını anımsatıyor bana. Ben bunları düşünürken keyfime bir de mutluluk eşlik etmeye başlıyor.

Durum böyle olunca ben de bu ay dedim ki, mevsimlerden en çok etkilenen doğanın bir parçası olayım ve ziyaretimi Kew Gardens’da yapmaya karar verdim. İçerisindeki seralar sayesinde ancak dünyayı gezseniz görebileceğiniz bitki türleriyle tanışma şansı yakalıyorsunuz. . Aynı zamanda bu bahçeler UNESCO dünya mirasları listesinde yer alıyor.

Genel Bakış
Tam adı Royal Botanic Gardens Kew. Botanik bahçe, Londra’nın güneybatısındaki Richmond bölgesi ve Kew semti arasındaki 120 dönümlük bir arazinin içindeki olağanüstü bahçelerden ve botanik seralardan oluşuyor. 

İçerisinde 38 bine yakın farklı bitki türüne sahip, şehrin ortasına konumlanmış olan bu botanik bahçe, insana adeta bir ormanı anımsatıyor. Bitkilerden bazıları ise, dünyadan yokolma tehlikesiyle karşı karşıya olan türler ve bu bahçe sayesinde hepsi bir bakıma koruma altına alınmış durumda. Bahçenin en güzel yapıları Kew Palace (Kew Sarayı), the Great Pagoda (Büyük Pagoda) ve Viktorya döneminden kalma bazı seralar gözüme çarpanlar arasında.

120 dönümlük alanı nasıl gezeceğim derseniz, herhangi bir sağlık probleminiz yoksa doğanın güzellikleri arasında yürürken zaman nasıl geçiyor anlamıyorsunuz bile ama yürümek istemeyenler için de birbirine bağlanarak tren havası yaratılmış araçlar mevcut bunlarla da gezmeniz mümkün.
Bahçenin içerisinde resim galerisi bulunuyor. Galeride, dönemin tanınmış ressamlarından Marianne North’un yapmış olduğu, gezilerde gözlemlediği bitkilerden esinlenerek çizdiği 832 adet eser sergileniyor.

Botanik bahçede tabi ki çocuklar da unutulmamış, içerisinde Creepers and Crawlers adında bir oyun merkezi bulunuyor. Çocuklara botanik bahçeyi sevdirmek için,  gayet  güzel düşünülmüş.

ETKİNLİKLER
Bahçeye ilk girişte günlük hazırlanmış panolar bulunuyor. Bu panolarda o gün hangi etkinliklerin nerede ve saat kaçta olduğuna dair bilgiler paylaşılıyor.

İlk  gördüğümde anlamlandıramadığım çadırlardan bahsetmek istiyorum, kocaman çadırlar var ve bunların hepsi birer atölye. Aile, yoga, yaratıcı yazarlık gibi çeşitli sanat atölyeleri mevcut ve bunlar için ayrıca bir ücretlendirme de yok. Hepsinin tarih ve saatleri farklılık gösterdiğinden, gitmeden önce internet sitelerinden tarih ve saatleri hakkında bilgi sahibi olmakta fayda var.

İçeride kafe-restorantlar mevcut, fiyatları için ortalamanın bir tık üstünde diyebilirim. Ama yiyeyecek ve içeceğinizi yanınızda götürmeniz mümkün, hatta piknik sepeti bile hazırlayabilirsiniz, ben etrafta piknik yapan bir çok kişiye rastgeldim.

DOĞAL YAŞAMI KORUMA
Gezerken dikkatimi çeken şeylerden biri de ölü ağaçları hiçbirşekilde uzaklaştırmadıklarını belirten tabelalar oldu. Neden uzaklaştırmadıklarını ise şu şekilde açıklıyorlar; ölü ağaçların uzaklaştırılması ormanlardaki biyolojik çeşitlilik kaybına sebep oluyor. Yapılan araştırmalara göre, orman ekosisteminde bulunan türlerin üçte birinin, varlığını sürdürmek için ölü ya da ömrünü tamamlamak üzere olan ağaçlara, kurumuş dallara ve ağaç kovuklarına ihtiyaç duyuyor. Ölü ağaçlar, diğer ağaçlar için organik madde ve besin sağlayarak ormanı daha verimli hale getiriyor, toprak erozyonunu önlüyor, karbon depolayarak iklim değişikliğinin bazı etkilerini azaltıyor. Aynı zamanda ormanlarda yaşayan diğer canlılar için de besin kaynağı oluyor.

Bir de küçük ama önemli bir bilgiyi paylaşacak olursam her ne kadar hava soğuk olsa da seraların içi bir hayli sıcak ve nemli bunu göz önünde bulundurarak giyinmenizi tavsiye ederim. Sonra benim gibi perişan olmayın oralarda..

TARİHİ BİLGİLER
Bahçenin ilk oluşumu, Kral III. George’un annesi olan Prenses Augusta’nın bahçe işlerine duyduğu ilgiden kaynaklanmaktadır. Kral III. George annesinden kalan bu anıyı sonsuza kadar yaşatmak ister ve bahçeyi döneminin nam salmış mimarlarından William Chambers’a teslim eder. Chambers bu bahçeye turistik bir hava kazandırmak için işe koyulur ve ortaya Viktorya döneminin mimarisiyle,  1762 yılında Çin’e yaptığı ziyarette gözüne çarpanlardan esinlenerek Uzakdoğu mimarisini harmanlar.

19. yüzyılın başında bahçenin bakımını İngiliz naturisti ve ‘bitki avcısı’  Joseph Banks üstlenir ve bahçeye ‘botanik’ kimliğini kazandırır. Banks dünyadaki bütün kıtaları gezer ve daha öncesinde ülke sınırlarında hiç görülmemiş olan bitkileri bahçede sergilemeye başlar. Yine aynı dönemde, Aroid House adlı sera açılmıştır, bu sera tropikal bitkileri yerleştirmek amaçlıdır ve yaz-kış 30 derecenin üzerinde bir ısıda tutulur.

1841 yılında bahçenin alanı 80 hektarlık bir genişlemeyle kraliyet tarafından halka bağışlanarak ziyarete açılır. Bahçenin ilk idarecisi olan William Hooker, bahçede ziyaretçilerin işini kolaylaştıracak bir düzenlemeye girişir, bitkileri türlerine göre ayırır ve bunları sergilemek amacıyla Palm House ve Temperate House adı verilen iki seranın inşasına başlar. Palm House demir ve camdan oluşan, Viktorya dönemi mimarisinin en güzel örneklerinden biri.  Doğada nadir görülen bitkilerin sergilendiği Temperate House’ın mimarisi ise geleneksel bir mimariye sahip. Bu seranın en yaşlı sakini 1846 yılında Şile’den tohum olarak  gelen palmiye ağacıdır.

1865 yılında Kew Bahçelerinin bilimsel araştırmalarını desteklemesi amacıyla Joseph Hooker tarafından Jordell labarotuvarı kurulmuştur.


























Nasıl Gidilir?
Tren
Richmond’a giden trene binerek, Kew Bridge durağından Kew Gardens’a ulaşabilirsiniz.

Otobüs
Aşağıdaki otobüs hattını kullanarak Kew Gardens’a gidebilirsiniz:
65 ( Kew Gardens Lion Gate durağı )

Giriş Ücreti: Yetişkin          £15.00
Çocuk (4–16)                       £2.50
4 Yaş altı ücretsiz

Pazartesi-Pazar: 10:00 – 18:00 ( Son giriş: 17:30 )
Detaylı bilgi için www.kew.org adresini ziyaret edebilirsiniz.
Adres: Kew Richmond Sürrey TW9 3AE


30 Eylül 2017 Cumartesi

British Museum



Düşünün ki, tüm dünya tarihi hakkında okuyarak ve izleyerek öğrendiğiniz her şeye, bir de kendi gözünüzle birebir şahit olacaksınız, hem de ücretsiz. Adı her ne kadar Britanya Müzesi olsa da içerisinde Mısır’dan getirilmiş canlı mumyalar, gılgamış tabletlerinden artemis tapınağına kadar dünyanın birçok yerinden binlerce tarihi eser barındırıyor.

Aslında bu müzede insanlığın hikayesini buluyorsunuz ve bu dünya insanlığı hikayelerine hakkını vererek gezmek isterseniz günlerinizi ayırmanız gerekiyor.

Genel Bakış
British Müzesi İngiltere’nin en büyük ve en özel müzesi olma ünvanına sahip. Russell square’da, Great Russel Street adlı sokakta, ücretsiz olarak hizmet vermekte olan bu müzede tüm dünya tarihinin özetine gözlerinizle şahit oluyorsunuz.

Öncelikle müze girişinde sizi güvenlikler karşılıyor, yoğun bir güvenlik aramasından geçtikten sonra müzenin bahçesine varıyorsunuz. Bahçede müzeye ait bir kafe mevcut, burada sıcak-soğuk içecek ve aperatif bulma şansınız var, ama karnınız açsa müzenin içerisinde lüks sayılabilecek bir restorantı da var.

Müzeyi hafta içi ziyaret etmemize rağmen bir hayli kalabalıktı. En fazla ziyareti okullardan aldığı aşikar, etrafınızda grup halinde dolaşan miniklerin meraklı bakışlarını görünce ister istemez mutlu oluyorsunuz.
Müzenin en ünlü yapıtları arasında, bizim kendi toprağımız Bodrum’da bulunan ve antik çağlarda dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilen Kral Mausolos’un mezarına ait kabartmalar, heykeller ve bazı mimari parçalar bulunuyor. Bu anıtın bir parçası da Türkiye’de kalmayı başarmış ve Bodrum’daki Mozole Müzesinde sergileniyor. Diğer ünlü yapıtları ise, Mısır hiyerogliflerinin Reşit Taşı, Asurbanıpal'ın Ninova'daki sarayından gelme Asur kabartmaları, Sutton Hoo Gemi Mezarlığı, tunç ve fil dişinden Afrika heykelcikleri olduğu söylenebilir.

Ayrıca müzede, Amithabba budasını, mumyalanmış insan, kedi ve bir çok farklı hayvanı, Mildenhall hazinesini, Fundalıktaki Koç heykelini, Portland’daki vazoyu, Parthenon Heykellerini gorebilirsiniz.
Bazı bölümlerde eserlerin yerinde küçük notlar mevcut, notlarda eserin kısa süreliğine bir okulun dersine konuk olduğu yazıyor.

Müzenin Bölümleri
Müzedeki koleksiyonlar 4 ana bölümde toplanıyor, böylece birçok çeşitteki eserin düzenli olarak sergilenmesi içeride gezerken büyük kolaylık sağlıyor. Antik Çağ yapıtları, Sikkeler-Madalyalar, Baskılar-Çizimler  ve Etnografi bölümlerinden oluşuyor. Antik çağ bölümü de kendi içinde Mısır, Batı Asya, Antik Yunan ve Antik Roma, Tarih öncesi İngiltere, Ortaçağ ve Doğu yapıtlarından oluşan ayrı ayrı koleksiyonları barındırıyor.
Müzenin giriş katında ziyaretçileri kitap ve koleksiyon mağazaları karşılıyor. Bu müzedeki koleksiyon mağazasını diğerlerinden ayıran bir nokta da, içerideki eserlerden özel koleksiyonlar hazırlanması ve belirli zaman aralıklarıyla bu koleksiyonların yenilenmesi. Usb, kalemlik, biblo, çanta aklınıza ne geliyorsa koleksiyonda mevcut.







































Müzenin ilgi çeken bölümlerinden biri Sıkkeler ve Madalyalar bölümü, bu alanda eski madeni paralar sergileniyor. Çeşitli boyutlar ve şekillerdeki paraları inceleyip günümüzün paraları ile kıyaslama yapabilirsiniz.
Diğer ilgi çeken bölüm ise, Antik Mısır dönemindeki mumyalar, burada bir çok insan ve hayvan mumyası görmeniz mümkün.

Eski Mısırlılar güneşin kedilerin gözlerinden doğup battığına inanırlarmış, zamanla tanrılaştırdıkları bu sevimli hayvanları öldürmenin cezası da idammış ve durum böyle olunca ölümden sonraki yaşama ölen kedilerin vücutlarının da bozulmadan saklanması için  mumyalamaya başlamışlar.

Rosetta Taşı 200 yıldır bu müzede sergileniyor ve tüm Mısır koleksiyonu içinde en fazla ziyaret edilen eserlerden biri. Rosetta taşı, Mısır'da kale yapımındaki bir kazı sırasında rastlantı eseri bir Fransız askeri tarafından bulunmuş, belli başlı üç Mısır tapınağına gönderilmek amacıyla ve üç dilde yazılmış. Bu diller: Demotik (Mısır'da halkın kullandığı dil), Hiyeroglif ve Antik Yunancadır. Böylece Mısır halkı ile Mısır asilleri ve Yunanlar bu antlaşmayı rahatlıkla okuyabilmişlerdir. Yüzyıllar boyunca çözülemeyen hiyeroglif, Napolyon'un 1798 yılındaki seferi ile bulunan bu taşın yardımıyla çözülmüştür. Ağırlığı 760 kg dan daha fazla olan bu taş granit ya da siyah bazalttan yapılmıştır.







Eski Mısır’da cenin pozisyonunda gömülen ve şuanda British Müzesinde sergilenen ‘doğal mumya’ arkeolojik buluntular arasında en çok dikkat çekenler arasında çünkü hala saçları duruyor ve vücudu çokta deforme olmamış durumda. Bilim adamları buna şu şekilde açıklık getiriyor, bozulmaması için derisine veya deri altı bölümlerine o dönemki uzmanlar tarafından hiçbir kimyasal maddenin sürülmediğini, bütün iç organlarının kendi doğal yoluyla kuruyarak yerli yerinde olduğunu belirtirken bunun iklim koşullarının uygun olduğu her bölgede gerçekleşebileceği bilgisini veriyorlar. Peki nedir bu iklim koşulları derseniz şöyle ki, yeni ölmüş birini fazla vakit kaybetmeden kuru çöl kumlarında açılmış bir mezara yerleştirip aynı kumlarla sıkıca kapatıyorlar ve böylece vücuttaki sıvılar yüksek sıcaklıkla buharlaşıyor ve ceset bir tür fosile dönüşüyor. Benzer doğal mumyalara Mısır’ın birçok çöllük bölgesinde rastalamanın mümkün olmasının yanı sıra Peru’nun Nazca ovasında da rastlaniyormuş.

İlk saatler kaybolarak,  ne nerede diye müzenin planını anlamaya çalışarak geçiyor, onun için acele etmeyeeğiniz bir günü tercih edin.

Müzenin tamamını anlatmak maalesefki mümkün değil, sayısız eser ve her eserin farklı hikayesi var, iyi bir kahvaltı yapın ve erkenden müzeye gidin, gitmeden belki küçük çaplı bir araştırma yapıp ilginizi çeken bölümlerin notunu alıp öncelikle onları gezerek başlayabilirsiniz bu serüvene.

Tarihi Bilgiler
Antik Çağ yapıtları ve etnografya koleksiyonlarını barındıran British Müzesi, hekim ve doğabilimci olarak bilinen Hans Sloane’un vefatının ardından biriktirmiş olduğu kitaplar, doğa tarihi nesneleri ve el yazması koleksiyonunun hükümet tarafından koruma altına almak amacıyla, bir binaya ihtiyaç duyuluyor ve bu vesileyle 1753 yılında kuruluyor.

Sonrasında, bu koleksiyona İngiltere kontlarının bırakmış olduğu bazı miraslar ekleniyor ve Büyük Britanya Kralı II. George’un krallık kütüphanesini armağan etmesiyle, 1759 yılında Bloomsbury'deki Montagu House'da halka açılıyor.

19. yüzyıl itibarı ile arkeolojiye ilgi artınca, British Müzesi dünyadan tarihi eserleri satın almaya başlıyor ve bunun yanı sıra bazı ülkelerden eserler armağan ediliyor. Müze bir süre sonra Antik Çağ ile ilgili inanılmaz değerli yapıtlara sahip oluyor. III. George’un kütüphanesinin de koleksiyona katılmasıyla yer sıkıntısı yaşanmaya başlanıyor ve bazı eserler farklı binalara taşınarak sergilenmeye devam ediyor.

Birçok kişi tarafından, müzedeki eserlerin çalıntı olduğu konuşulsa da, bunların dünya mirası olduğunu düşünürsek, hepimizin sahip çıkması gerekiyor.  insanlık için koruma altına alınmış bu eserler ücretsiz olarak sergileniyor, tabi her ne kadar insanların görmek için yollarının İngiltere’ye düşmesi gerekse de.

Nasıl Gidilir?
Metro 
Northen Line ile Tottenham Court Road ya da Piccadilly Line ile Holborn istasyonunda inerek British Musuem’a ulaşabilirsiniz.

Aşağıdaki otobüs hatlarını kullanarak British Musuem’a gidebilirsiniz:
1, 8, 19, 25, 38, 55, 98, 242 (New Oxford Street durağı)
10, 14, 24, 29, 73, 134, 390 (Tottenham Court Road durağı)
59, 68, X68, 91, 168, 188 (Southampton Row durağı)

Galeriye giriş ücretsizdir.
Pazartesi-Pazar: 10:00 – 17:30
Cuma: 20:30’a kadar açık.

Detaylı bilgi için www.britishmuseum.org adresini ziyaret edebilirsiniz.

Adres: Great Russell Street, London, WC1B 3DG

Kaynak: wikipedia